ARKADAŞ
Savaşın en
kanlı günlerinden biriydi. Asker en iyi arkadaşının az ileride, kanlar
içinde yere düştüğünü gördü. İnsanin başını bir saniye siperden
çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.
Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?
"Delirdin mi?" der gibi baktı teğmen...
- Gitmeğe değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla
ölmüştür bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakin! Ama asker o kadar
ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının
yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte
siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış
askere döndü:
- Sana hayatini tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim! Bu zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yasıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
"Geleceğini biliyordum!"
GELECEĞINİ BİLİYORDUM!
Kalbimizde "arkadaşlık" denilen bir mucize var. Nasıl olduğunu, nasıl
başladığını bilemezsiniz. Ama bunun özel bir armağan olduğunu, Allah’ın bir
lütfü olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir. Yüzünüzü güldürüp,
başarmanız için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya
hazırdırlar.